Filan

Haymatlos Günce
7 min readOct 4, 2023

--

Çünkü bir yerinden boşalan nehir gibi bu boşluk devindikçe.

Kim inanır benim kim olduğuma, kim inanır Avukat’ın evlendiğine geleneklere göre.

Bana bir yağmur çağırın içinde Ortaçgil, içinde Çiçek Pasajı, içinde el sarması tütün.

Çünkü Gülüm Aile Çay Bahçesi’ndeki son buluşmamızda taahhüt edilmiş bir şeydi Avukatla aramızdaki tüm şairlik haklarımızdan feragatimiz.

Bakma, hiçbirini özlemiyorum hiçbirini aramıyorum maksadım aliterasyondan fazlası değil!

Floransa, İtalya ~ 2022
Floransa, Italya ~ Temmuz 2022

Floransa’dayım, yağmuru özlüyorum akşamüzerleri içime kahır gibi bir ağırlık çöküyor hiçbir şey anlamıyorum seni anlamıyorum.

Sur le fil çalıyor uzakta bir yerde, hatırlıyor musun yüzümün neye benzediğini Mitanni merdivenlerinde? Adını hatırlamıyorum özür dilerim senden almıştım Rus Öyküleri Antolojisini inan hiç beğenmedim kitabı ondan olsa gerek vermedim geri. Sahi neydi senin dükkanın adı La Edri filan mıydı? Neydi benim adım sahi? Hatırlıyor musun?

Hatırlamak deyince aklıma on yıl öncesi filan geliyor yalnız; ucuz ayakkabılarım dağılmış yakalarım ve meteliksiz akşamüzerlerim. Balans’ta ucuz bira içtiğimiz akşamı anımsıyorum hayal meyal sonra, Teoman’ın berbat bir konserine gitmiştik sen ısmarlamıştın ben hep parasızdım.

Fakat şimdi Floransa’dayım. Buna ben de inanamıyorum.

Birazdan Stockholm’e döneceğim. Biraz önce Lizbon’daydım. İsmini aklımda tutamam.Ben artık yoldayım bunu anlasana.

Lizbon, Portekiz ~ Temmuz 2022

Seni nerede görmüştüm? Cascais’de bir sahil tavernasında mı? Deniz tuzu mu vardı kirpiklerinde. Hiçbirini hatırlamıyorum. Dedim ya yoldayım. Biraz sonra bu sokakları da unutacağım. Bu görkemli kaleyi, Lizbon’u bütün bütün ayaklar altında bulduğum, biraz sonra unutacağım Ponte Veccho’yu, insanlar beni unutacak, Michelangelo Meydanı’nda sarhoş bir merdivenden aşağı yuvarlandığım dahil. Unutulacak. Sen benim yüzümü unutacaksın ben senin adını. Bu böyle sürüp gidecek seyahat boyu. Çünkü devinim diyor Arşimet! Devinim! bilmiyorum belki de o söylemiyor bunu. Fakat Sicilya’ya ayak basmış bir Arşimet’i biliyorum. Onun adını unutmuyorum.

Bir de Poetika’yı unutmuyorum. Aristo’nun Poetikası. nasıl unutayım! Nişantaşı yokuşunda bıyıkları yeni terlemiş bir gençtim. Cebimde çikolatalı kek ve küçük kutu süt. Beşiktaş’a iniş çıkışlarda durmadan Poetika’yı okuyordum. Eğer bu kitabı anlarsam her şeyi anlayacağım sanıyordum.

Maçka Parkı’na yollandığım bir öğle sonrası Ermeni Ortodoks Patrikhanesi’ne gönülden bağlı arkadaşım gelip Kurban Bayramımı kutlamıştı. Benim bu bayramlar hakkında kafam çok karışık şu adaklar sunaklar filan sence de çok mitolojik çok patolojik değil mi diyememiştim. Teşekkür etmiştim. Sonra üzülmüştüm. Buna kendini mecbur mu hissetti acaba diye. Biraz zaman sonra öğrendim TJK TV’de işe girmiş. Oysa bütün Truffaut filmlerini beraber izlemiştik!. Onun da adını unuttum.

Fakat hala birkaç isim var aklımda kalan.

Floransa, Italya ~ Temmuz 2022

İbrahim’i hatırlıyorum mesela. Onu siz de tanımalıydınız. Hayatımda gördüğüm en cok sigara içen adamdı. Bir insan mütemadiyen nasıl sigara içebilirse öyle sigara içiyordu. Beni tanımıyordu. Ben de onu. Onunla konuştukça içimde tütüne dair bir şevk doğuyordu. İşin aslı onunla uzun süre sessizce durduk yanyana! İşte bu müthiş bir şeydi! İnsan şu dünyada kaç kişiyle sessizce oturup sigara içebilir ki!

Medici Sarayı’nın bahçesine uzandık gece yarısı. Bak şurada Dostoyevski yaşamış dedi eski bir binayı göstererek. İçimde şen bir coşku ayaklandı o an. Tıpkı Floransa Filarmoni Orkestrası Star Wars’u çaldığında İbo’nun kendini kaybetmesi gibi bir coşku. Böyle şeyleri kimseye söyleyemezsiniz. Seninle çok iyi arkadaş olabilir miyiz filan diyemezsin kimseye. Sen tıpkı Görkem’in içimde ayaklandırdığı bir şarkı gibisin lütfen seninle arkadaş olalım ve sana arka bahçemde yetiştirdiğim hüzünbaz bir öyküyü açayım diyemedim. Seninle bir gün Tünel’den Karaköy’e yürüyelim hiç konuşmadan, Muhit’e varınca sana bir şiir okuyayım zencefilli çay içelim ve susalım sen sigara üzerine sigara yak ben sana yetişmeye çalışayım fakat müthiş bir huzur gibi susalım!

Açık bir yarayım ben İbrahim!

Bir gün Moda’da buluşalım. Seni Plakhane’ye götüreyim, eski şarkılar eski viskiler eski yağmurlar geçip gitsin taş sokaktan.

Lizbon, Portekiz ~ Temmuz 2022

Bunların hiçbiri olmayacak biliyorsun değil mi!

Ada vapurunda uyuklayamayacağım bir kez olsun, hangisiydi bu, Burgaz mı Kınalı mı hangisiydi hangisindeydi Sait Faik hangisinde yazmıştı Süt öyküsünü ben Faik’in Süt öyküsüne neden bu denli taktım, diye soramayacağım. Kendi dilimi unutacağım. Adımı filan ve diğer bütün akşamüzerlerini.

‘Uzak bir kıyıda’ diye başlayan bütün cümleler manasını yitirdi. Uzak, kendimden başkası değil artık. Uzak bir isimden başkası değil. Uzak yalnız, Nuri Bilge filminde kar yağan bir Beyoğlu’nu herkes hatırlar. Oysa adımı da hatırlayabilmek isterdim Hazzopulo’da çay içme rahatlığında.

Görkem çok uzak artık.

Uzak bir telefonda yağmurlu bir ses diyor Attila İlhan. Az ötede Divan Pastanesi’nde yazıyor bu satırları. Eski bir ses kaydında dinliyorum bütün bir geçmişimi. Fransa’daydım ve dilimi ve ruhumu unutuyordum adımı anımsayamıyordum diyor Attila. Bense nerede olduğumu hatırlamıyorum artık! Biraz öne Valensiya’daydım biraz sonra Bergamo’da. Yeniden döneceğim Bergamo’ya. Orada biraz daha üşümek istiyorum uzak’a bakarak ve uzağın kendisiyle özdeşlemekten bıkıp soyunarak uzak’tan.

İbo olsaydı ona da uzak’ı anlatırdım. Ona Ahmet Erhan’dan bahis açardım. Oğul’u hiç okudun mu derdim. Ben ne zaman Frankfurt’a doğru yola çıksam Erhan dolanır dilime demek isterdim.

Suskun bir nehir geceleri nasıl ıslık çalar? Hiç duymadınız mı Evros’un sesini? Ben bir kez duydum! Eğer Azrail bir sese bürünüp yürüseydi ayçiçeği ve pirinç tarlaları arasında işte ancak öyle bir sesi olurdu. Ölülerin üzerinden ıslanarak geçtim. Utandım öylece geçip gittiğime. Ellerimi Evros’a sokup ölülere dokundum. Onlardan af diledim ölmediğim için Evros’ta. Tanrım dedim, meğer bende de saklı kalacakmış bir gençlik ölümü. Bunu karşı kıyıya varınca anladım.

Ne saçmalıyorsun diyorum nehirde yansıyan suretime bakarak. Yok hayır Narcissus’a atıf yapmıyorum. Yakışıklı filan değilim. Fotoğraflarda kendime ve kamburuma bakmaktan nefret ederim. Birileri arkadaşlık filan gösterince irkilirim acıdı mı acaba bana derim hırçınlaşırım.

Fakat küçücük bir an, Lizbon’da karşı kıyıya giden o motorun içinde, küçücük bir an kendimi huzurdan bir denizin içinde buldum. Yakılmamış tüm kutsal kitapların içinde sakladığı bir sırra ermiş gibi huzurlu.

Lizbon, Portekiz ~ Temmuz 2022

Karşı kıyıda yaşlı bir liman bekliyordu beni bunu biliyordum trenleri gelmeyen bir istasyon, bunu da. Bütün bir kıyı boyu yürüdüm. Yaşlı ve renkleri solmuş martılar gördüm. Denize taş attım. Paslı liman demirleri üzerinden balıkları izledim. Yağmur nasıl yağar acaba buraya diye düşündüm. Bütün bir duvar boyunca yürüdüm. Köprünün ayağına geldiğimde beni yemyeşil bir yatak bekliyordu. Bir masalda uyur gibi uyudum üzerime biraz mojito örttüm. Yelkenliler geçip durdu ayaklarımın altından. Keşke dedim keşke tüm o adını hatırlayamadıklarımı şimdi şuraya toplayabilseydim. Bir nehirden karşıya nasıl geçilirmiş anlatabilseydim.

Gerçi İbrahim’e anlattım.

Floransa Katedraline amors bir masada. Durmadan sigara içiyordu. Arada sambuca’dan yüzü ekşiyor sonra bir sigara daha. Beni duyuyor muydu bilmiyordum. Ben dedim her 15 Temmuz sarhoş olurum eşlik eder misin? Hay hay dedi. Ertesi sabah bir kütüphanenin avlusunda uyandık.

Yedi yıl önce filandı. Belki sekiz. Yeşilköy’de kumsala oturduk. Feyz, Görkem, Önder ve ben. Bir yerden sonra sırtımız ağrıdı. En iyisi birbirimize yaslanmak dedik ve gecenin kalanında sırt sırta verip dinlendik. Birbirimize saçma sapan hikayeler anlatıp güldük. Ömrümde son kez sahiden dinlendiğim bir akşamdı. Bir daha hiçbir şey o akşam gibi dinlendirmedi beni.

Öyle yalnız bir akşam işte Floransa’da.

Davut heykelinin önünden geçip gittim ona bakmadan. Keşke şimdi bir başka yerde olsaydım dedim. Başka yerin adını bilmeden. Adımı bilmeden. Ben her nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi gelir diyen Baudler bu Dünyanın çok büyük bir yer olduğunu sanıyormuş. Şu avcumun içi kadar yoksunluk Dünya dediğin.

Fakat harika kahveler ve şaraplar bulabiliyorsun burada.

Hepsi bu.

Sana bir sır vereyim mi?! Adımı kimse bilmiyorum.

Bazı geceler sarhoş olup terapistimi anlatıyorum masadakilere. Bazı akşam oluyor ağlıyorum. Yok hayır ağlamıyorum. En son ne zaman ağladığımı hatırlamıyorum. İstanbul’daki yeşil duvarlı evim geliyor aklıma. Orada mı ağlamıştım acaba yoksa Atina’da Michail Voda 50 numarada mide kanseri bir kadınla paylaştığım evde mi! Hatırlamıyorum! Atina’da bazı yüzleri anımsıyorum ama. Omonio meydanındaki Nuri’yi, Polonya barını kendine mesken bilmiş Suriyeli Zeki’yi. Onu tanımasam kim bilir nerede olacaktım şimdi. Selanik sahilinde bir akşamı hatırlıyorum. Oz’u sonra. Bir hostele girişimizi sarhoşların arasına saklanarak.

Atina, Yunanistan ~ Eylül 2016

Sonra bir şeyler oldu.

Sonrası çok bulanık.

Lizbon’da adımı hatırladığım o sabaha kadar her şey çok bulanık.

Her şey çok.

Bir sabah bir kıyıda uyandım. Burada dediler bir deprem olmuş sonra bir tsunami, taş taş üstünde kalmamış ne bir çığlık yankılanmış ne akan kana dur diyen olmuş.

Bu iç sesim mi diye doğruldum.

Lizbon, Portekiz ~ Temmuz 2022

Martim Mortiz’e doğru bir sarı tramway geçti doğrulduğum yerden. Keşke adımı bulana dek yürüyebilsem dedim. Anladım çünkü artık adım ve ben yalnız bir yolcuyuz bu dünyada.

Onu katlanabilir kılmak için flanör diyorum.

Kim inanır!

Yaşadık ve güzeldi.

Yalnız yolculuklar var artık hikayemizde.

Her gittiğimiz kıyıda unuttuğumuz yüzleri anımsama ayinleri sonra.

Eğreti bir aitlikle Stockholm’deyim şimdi.

Adımı hatırlarsanız eğer beni Södermalm’de filan bulabilirsiniz, söz veriyorum size muhakkak kahve ısmarlarım, adımı söylemeniz karşılığında!

Mehmet A.

Stockholm, Kasım 2022

--

--