SÜT

Haymatlos Günce
3 min readSep 25, 2020

--

Photography: mjosephlagom
İstanbul, 2012 ~ mjosephlagom

Burgazada’da yazmış Sait Faik “Süt” öyküsünü. Burgaz’a hiç gitmedim. Keşke gitseymişim ilkgençliğimi biraz haylayıp da. Büyükada’dan başka bir adaya gitmek, nedense o yaşlarda bana, başkasının bahçesine izinsiz giriyormuş hissi uyandırdığından, bir türlü adım atmamıştım Burgaz’a. Gençlik işte. “Cebimde sedef çakım, parmağımda zincir.”

Nereden çıktı geldi şimdi bu süt, diye sorabilirsiniz pek tabii. Kendimi bildim bileli mide ağrılarım var. Zihnimi hayli zorlayıp bu şiddetli ağrıyı ilk ne zaman hissettiğimi hatırlamaya çalıştığımda aklıma bir fotoğraf karesi geliyor. İlkokul beşte yahut orta birdeyim. İzmir’de gri yağmurlu bir kış günü, araba sürmeyi öğrendiğim eski bir minibüsün arka koltuğunda oturmuş, Hatay’dan Konak’a doğru uzanan yolu izliyorum. Üzerimde, akşamın geç bir vakti olmasına rağmen okul üniforması. O fotoğrafın içinde ağrıyla kıvranan yüzümü berrak bir halde görüyorum hafızamda. Sonrasız ve öncesiz bir an. O yaştan beridir mide ağrım bir an olsun beni yalnız bırakmadı, bir gölge gibi peşim sıra, bazısı buyurgan ve hoyrat bir açık deniz kaptanı gibi önüm sıra eşlik edip duruyor. Doktorlar, endoskopiler, ilaçlar, aktarlar bir rutin halinde uğrak yerlerim oldu bunca yıl boyunca. Bir dönem oluyor, aktarların tuhaf, bitkilerle, ballarla yaptıkları karışımlar iyi geliyor, bir müddet sonra sıkılıyorum, ilaçların pratikliğine dönüyorum. İlaçlardan sıkılıyorum yeniden şifalı karışımlara… Fakat tüm bu döngüler boyunca annemden bana geçen bir gelenek de benimle yaşamaya devam ediyor; akşamları ılık süt içmek. Gün sona ererken midemde o tanıdık hissin baş göstereceğine dair fısıltıları duyar duymaz bir bardak ılık süte koşuyorum. Kimisi diyor ki süt mide ağrılarına iyi gelmeyi bırak daha da zarar verir, can yakar. Bu iddiaya kulak asmamazlık yapmıyorum elbet. Gel gelelim bir an olsun beni rahatlatmıyor da değil hani bir bardak ılık süt.

Bu süt meselesinde sınırı aştığım zamanlar üniversite yıllarımdı. Beyoğlu’nun üç liraya karnını doyurabileceğin esnaftan ziyade işçi-öğrenci lokantalarında öğünlerini geçiştiren, çok uykusuz ve nefes almak yerine sigarayı önceleyen bir öğrenciydim. Mide ilaçlarından yorulmuş bütün bütün terk etmiştim hepsini. Fakat ağrılar bırakmıyordu yakamı. Bundandır neredeyse her gün elimde bir kutu sütle yürüyordum Nişantaşı’yla Çukurcuma arasında. Akıl ya işte bendeki, süt öyle bir başına çok tatsız oluyor diye yanına da kakaolu kek alıyordum. Kek midemi ağrıtınca biraz daha süt…

Nedendir bilmem bu süt maceralarımın hiçbiri beni Sait Faik’in, Burgaz’daki küçük, sıcak, efsunlu, kış vakitlerde koşup sığınılabilecek, Nuh’un gemisi kadar huzurlu o sütçü dükkanını anlattığı öyküsüne çıkarmadı yolumu. Belki de üniversiteden sonra sütle aram açıldığından olsa gerek denk gelmedi bir türlü sayfalar ona. Aradan yıllar geçti. Ağzıma süt koymaz oldum. Öyle ki bir vakit yanımdan ayırmadığım sütü yakınımda görmeye, kokusunu duymaya dahi tahammül edemez oldum. Kahvenin içine bir damla süt düşmeyegörsün, o fincanı kırklamadan bir daha elime alamaz oldum. Zaman geçti sonra yine, sütü sevdiğimi, sütü sevmediğimi, sütün hatıralarını, adaya giden vapurları, Kadıköy İskelesi’ni, Hacopulo’yu, Gönül Sokak’taki Gülüm Aile Çay Bahçesi’ni, hepsini unuttum. Uzak bir yola koyuldum. Nehirler, denizler, yaşanmamış hayatlar geride bırakıp yeni bir dünyaya, bir türlü bir yere ait olamamışların toplandığı bir meydana vardım. Yol yorgunluğu ile bir gölgeliğe uzanıp sırtımı dinlendireyim derken elime bir kağıt tutuşturdu biri. Sait Faik’in “Süt” öyküsü yazıyordu kağıtta, bir solukta okudum. Bir sigara mühletince durdum. Tekrar okudum. Hikayeyi bitirdiğim an canım deli gibi süt çekmeye başladı. Keşke dedim işte o zaman, keşke Burgazada’ya da gitseymişim henüz vakit varken. Keşke aylak bir sonbahar günü adanın sokaklarında o sütçü dükkanını arayıp dursaymışım.

Tüm bu hatırlamalardan sonra, midem ağrımamasına rağmen, kaçırılmış bir trenin ardında bıraktığı küf tadıyla, gecenin bir yarısı mutfağa varıp buz dolabından sütü çıkardım. Gözlerimi kapatıp bir nefeste hepsini içtim. Sanki Burgaz’da gibi.

“Yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir.”

Stockholm, Eylül ~ 2020

--

--